Epey zamandır aklımda ülkemizdeki tartışma kültürünün eksiklikleri hakkında düşünceler vardı, nihayet konu hakkında bir yazı yazmaya karar verdim.
Körlerin fili tarif etmesi misali her birimiz konulara kendi perspektifimizden yaklaşıyoruz. Böyle olunca zihnimizde resmin tamamının oluşturması güçleşiyor. Doğruyu bulmak için tartışmak, görüş alıverişi yapmak ihtiyacı hissediyoruz. Ancak bu tartışmalar çoğunlukla tarafların sinirlerini bozmaktan başka bir işe yaramıyor.
Lise yıllarım sırasında münazaralar epeyce popülerdi. Lisedeyken yapılan bir tanesini net hatırlıyorum; konusu 'eğitimde okul mu yoksa aile mi daha önemlidir' şeklindeydi. Lise arkadaşlarım takımlar halinde "maçı kazanmak için" heyecanlı söylevler vermişlerdi. Şimdilerde okullarda hâlâ münazaralar yapılıyor mu bilmiyorum, ancak münazaraların bizim neslin tartışmadan anladığı şeyi yanlış bir biçimde şekillendirdiği kesin. Bir kere öğrenciler daha en başından yanlış bir zeminde tartışmak durumunda kalıyorlardı. Kendi savlarını desteklemek için cansiperane bir biçimde çabalarken karşı tarafın söylediğini dinlemiyorlardı bile. Eğitimde hem ailenin, hem de okulun etkili olduğu açıkken sırf maçı kazanmak için bunlardan birinin hiç önemli olmadığını ispatlamaya çalışmak doğru değildi. Üstelik mesele eğitime etki eden faktörleri belirlemekse öğrenciler neden aile ya da okulla yetinmek zorundaydılar? Daha geniş bir zeminde tartışılssa belki öğrencilerden biri eğitim için önemli olanın ne okul, ne de aile olmadığını, öğrenmenin en iyi yolunun hayatta karşılaştıkları sonuçlara dikkat etmek olduğunu ileri sürebilirdi.
Tartışmaların verimliliğini sınırlayan etmenlerden biri de meseleleri münazaralara benzer biçimde dualist bir mantıkla tartışmamız. Ya bir görüşün ya da diğerinin geçerli olduğunu varsayma eğilimindeyiz. Belki iki görüş de değerlidir, ikisinden de çıkarılacak dersler vardır. Hatta belki üçüncü ve dördüncü görüşler de vardır. Onları dahil ettiğimizde belki filin resmini daha gerçekçi bir biçimde çizebiliyoruzdur.
Tartışmalarda egoların devreye girmesi ve tarafların trübünlere oynamaya başlaması da sık görülen bir durum. Amaç sanki öğrenmek, ilerlemek değil de kimin grubun alfası olduğuna karar vermek. Sosyal medyadaki tartışmalarda bu durumu fazlasıyla gözlemliyorum. Ego çatışmaları yüzünden insanlar fikirlerini beyan edemez hale geldiler. Nuri Bilge Ceylan'ın Ahlat Ağacı filminde iki imamın yaptığı efsanevi tartışmayı hatırlayanlar söylediğimi daha iyi anlayacaktır. Genel kabul görmüş İslami görüşleri savunan imam durmaksızın arkadaşının sözünü kesiyor, derdini anlatmasına fırsat vermiyordu.
Tartışmanın verimli geçmesi için tartışanların dil becerisi gelişmiş, zeki, kültürlü insanlar olması gerektiğini biliriz. Tartışmanın taraflarının entelektüel ahlaktan nasibini almış kişiler olması bence daha önemli. Aksi durumda taraflar kendi fikirlerini öne çıkarmak için rahatlıkla demogojiye, ajitasyona ve abartıya başvurabiliyorlar. Öyle olunca katılımcılar ne kadar zeki ve bilgili olursa olsunlar tartışmanın tadı tuzu olmuyor. Ayrıca bir de kişilik sorunları olan insanların tartışmaları trolleme meselesi var. Bazıları kişilikleri gereği başkalarının görüşlerinin öne çıkmasını, benimsenmesini hazmedemiyor ve o fikirden yararlanmaya çalışmak yerine her türlü demogojiye başvurup olayı dramatize ederek dikkatleri üzerlerine çekmeye çalışıyorlar.
Entelektüel gelişimin önündeki bir diğer engel rahmetli Uğur Mumcu'nun deyimiyle söylersek bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak. Birçok kritik konuda hayattaki pozisyonlarımızı belirlemişiz ve kesinlikle en doğru yerde durduğumuzu düşüyoruz. Eğitimsizler neredeyse tümüyle bu durumda, eğitimlilerin arasından en azından bir kısmı farklı fikirlere kulak verebilecek durumda. Tartışmayı önyargılarımızı desteklemek üzere dinleyince saatler harcayıp hiçbir şey öğrenemiş oluyoruz.
Gerçi son zamanlarda yukarıda anlattığım arızaları içeren tartışmaları dinlemek bile lüks oldu. Ülkedeki siyasi kutuplaşma nedeniyle tartışmalar çoğunlukla aynı görüşte olan insanların birbirlerinin fikirlerini pekiştirmesi biçiminde cereyan ediyor. Gazetecilerin önemli bir kısmı iktidar tarafından maaşlı birer propaganda aparatına dönüşmüş durumda. Muhalif aydınlar ise herhangi bir entelektüel derinlik kaygısı taşımadan iktidarı eleştirme telaşındalar.
Bu satırları neden yazdım? Uzun zamandır entelektüel derinliğiyle beni tatmin eden bir tartışma dinlemedim ya da böyle tartışmanın içinde bulunmadım da ondan.
(Bu yazıyı Steemit'te yazdığıma göre buradaki duruma örtülü bir gönderme/eleştiri yaptığım düşünülebilir. Öyle bir durum söz konusu değil.)
Okuduğunuz için teşekkürler.